Sevgili okuyucular bu yazıyı sabrederek sonuna kadar okumanızı tavsiye ederim

109 Yıl Sonra "Havada, Karada ve Denizde Yankılandı" 109 Yıl Sonra "Havada, Karada ve Denizde Yankılandı"

Çünkü; Anadolu’nun bir çok yerinde böylesi bilgi ve bilinç fukarası etkinlikler yapılmakta, devlet ricali ve bilmediğinin farkında bile olmayan bir alay zeka özürlü akademisyen ve belediye başkanı kalıntılarınca bu toprakların geçmişine  ve sosyal antropolojik zeminine kurşun sıkılmakta.

En güncel örneklerden biri olan Bursa ili’nin talihsizliğini tarihsel süreci ve gerçeklikleri ile beraber ele almak istiyorum, sıkılmadan okuyun bu sizin tarihiniz, çok şaşıracağınız bilgilere sahip olacaksınız...
Tarihte “MİZİYA” denilen topraklar; Tuna nehrinden, Timok, Strimona, Serrhes hattı, Doğusunu ihtiva ederek; Trakya Akdenize inerler; buradan öte, Çanakkale Boğazı ve Bursa bölgelerine uzanırlar...
Öyle ki, Anadolu Yarımadasında; Çanakkale Boğazı ve Bursa Bölgeleri dışında kalan topraklar; “BİZANS” adını taşırlar. Bizans, Kafkaslara, Mezopotamyaya, Arap Yarımadasına uzanır.
Her iki “MİZİYA” ve “BİZANS” adları; Milâttan Evvel, İki yüzlü yıllarda, Roma İmparatorluğu, buralarını hükmü altına, aldığı vakit; Büyük ve Güçlü, Trak (Türk) Boyu “BİZANT/BİZANS”, adına göre, verilirler.
Görüldüğü gibi, “MİZİYA” ile “BİZANS” aralarındaki fark; “BİZ”, “MİZ” olarak, “B/M” tebeddülünden, ibarettir. Ayrıca bu doğru, onların, bir bütünün, iki parçası olduklarının, ispatıdır...
Roma İmparatorluğunun, temeli Etrüsk Türkleri ve Türklükten çıkmaya başlayan, Lâtinlerdir. O vakit ve Milâttan Sonra, Beşinci asra kadar; Roma Ordusunun, çoğunluğu da, Türktür. 
Bunun için olacak; Mizyalılara ve Bizanslılara, “Rum” yani “Romey” adı verilir. Bu “Romey” veya “Rum” adı, Roma İmparatorluğu hükmünde bulunan, Türkten başka, hiç bir kavme verilmez. 
Roma İmparatorluğunun, bu hâliyle, hükmüne aldığı MİZİYA ve BİZANS Rumlarının (Türklerinin), bir kısmı; zamanla “Romalı” olurlar ve onlara karışırlar; bir kısmı da, Rum, yani Türk kalır. 
Milâttan Sonra, Dördüncü asırda, Roma İmparatorluğunun, inhilâlinden sonra; umumları itibarı ile Venedik ve Cenova menşeli Batı Sermeyesi; “MİZİYA” ve “BİZANS” üstünde; Byzantion (Konstantinopolis) Merkezli; Koloni Sistemini, inşa eder.
O zaman, MİZİYA adı, tedavülden düşer ve “BİZANS” adı kalır ki, bu hâliyle “BİZANS”; “BİZANT/BİZANS” Trak Boyu Toprakları ve insanları, demektir; yani “BİZANS”, Türkiye, demektir... 
Bizansta Rumlar, yani Türkler; İslâm Dininin, tezahürüyle, umumları itibarıyla, Hrıstıyan Dininden, İslâm Dinine geçerler. (Kur’an. Rum Suresi). Bundan sonra da, bu Hrıstıyan Dininden, İslâm Dinine geçmeler, devam eder...
Hrıstıyanlıktan, Müslümanlığa geçmeler; Bursa Bölgesinin, Koloni Sistemi Merkezi Byzantion (Konstantinopolis) şehrine, yakın olması sebebiyle yavaş cereyan ederler.
On üçüncü asrın İkinci yarısında, İslâm Dini, Avrupaya, hâkim olmak üzeredir. Fransa dâhil, bütün Avrupa ülkeleri nüfuslarının, Üçte ikisi, Müslümandır...
Kabala İttifakının, Orta Asyada inşa edip, Mezopotamyaya getirerek, Müslüman Devletlerine, musallat ettiği, İlhanlı Devleti; Anadoluda Rum Sultanlık ve Beyliklerini hükmüne alır ve ötede beride, hâlâ mevcut, Hrıstıyan Türkün; İslâm Dinine geçmesine, fırsat tanımaz...
İlhanlı Devletinin, 1280 yılında, başlayan, 1318 yılında biten inkırazı ve aynı zaman içinde, cereyan eden Byzantion Koloni Sisteminin, zayıflaması; bölgede Hrıstıyan Türkün, İslâm Dinine geçişini, yeniler ve hızlandırır.
1280 yılından, etraf için, kader belirleyici; 1326 yılına kadar, cereyan eden, Hrıstıyan Dininden, İslâm Dinine geçmeler; burada Güç Dengelerini, Müslüman Türkün lehine; Hrıstıyan Türkün aleyhine, inkişaf ettirirler.
Bursa ve Bursa bölgesinin, Müslüman Türk tarafından; İktidarı Hrıstıyan Türkten alışı; daha dengeler bu istikamette değiştiğinde; daha o zaman gerçekleşir. 
Türkün, Hrıstıyan veya Müslüman; kendi bünyesinde olan bu İktidar Değişikliği; neresinden bakılırsa, bakılsın “Fetih” olmaz iken; Türkün topraklarına göz diken ve onun Orta Asyadan geldiğini, iddia eden Kabalacılar; İktidarı elinden, alınan, Hrıstıyanın; Yunan olduğunu ve Bursa şehrinin, Yunandan alındığı yalanını, yaymaya, başlarlar.
Türke ihanet, Bursaya nankörlük; buradan, öte başlar...
Ege, Marmara, Karadeniz Kıyılarında; hem Milâttan Evvel, hem Milâttan Sonra, ilk asırlarda; “Kolonici Yunan”, yani “Firavun Nesli Yunan”, dışında; ötede, beride, Yunan, yoktur. 
Yani, Asıl Yunan; Mısır gibi, Fenike gibi, Kartaca gibi; Firavun neslidir ve Kolonicidir, yani çapulcudur. Grek adı da, çapulcudan gelir. Kolonicinin, Çapulcunun, Kültürü, Sanatı yoktur. 
Öte tarafta; ayyuka çıkarılan, “Yunan Mitleri”, “Yunan Efsaneleri”, “Yunan Kültürü”, Türktür. Onların, Türk oldukları, anlaşılmasın diye, onlara “Yunan” denmektedir ve daha bir sürü yalan söylenmektedir. Meselâ Firavun nesli Yunanın, Avrupa Irkından, olduğu söylenmektedir...
Roma İmparatorluğu, daha Milâttan Evvel, İkinci asırdan itibaren; Şehir Devletçikleri, kurmaktan, öte gidemeyen; Firavun Nesli Yunanın, defalarca kökünü kazır; tohumunu karartır. Kalan, Kılıç Artığı bir avuç Firavun Nesli Yunan; Traklara, yani Türklere karışır... 
Milâttan sonra, buralarda Traka, yani Türke, karışmadık, Yunan kalmaz. Bin yedi yüzlü yıllardan itibaren, buralarda gözükmeye başlayan Yunan, Firavun nesli Yunan değildir. 
On yedinci asırda, yani Bin altı yüzlü yıllarda, Osmanlı Hanedanlığı Devletine, hâkim olmaya başlayan, Kabala İttifakının; icat ettiği, Düzmece Yunandır...
Bu günkü, Yunan Milleti, “İcat Edilme Millettir”; bu günkü Yunan, “Düzmece Millettir”; çünkü tarihten gelen, ananevî bir teşekküle; meselâ bir obaya, kabileye, boya, dayanmaz. 
Bin altı yüzlü yılara kadar, bu günkü Yunanistanın kurulduğu (1820- 1830), yerde; yalnız adı “Yunan” olan, Kiliseye devan eden ve yalnız adı Yunan olan, Sözde Yunanların sayısı, Yüz bini (Abartılı Rakam), geçmez. 
Yalnız adı “Yunan” olan Kiliseye devam eden; yalnız Adı Yunan olanların, sayıları, Yüz bini (Abartılı Rakam), geçmeyenlerin; Bin altı yüzlü, hattâ Bin yedi yüzlü yıllarda; konuştukları, dili koruyan; Batı ve Rus kütüphanelerinde, mevcut kitapların, “Yunan Dili”; bu günkü Moldova Gagavuzlarının, konuştukları Türkçeden, farkı değildir. 
Kabala İttifakı, Bin altı yüzlü yıllarda, Osmanlı Hanedanlığı Devletine, tamamıyla hâkim olur. İşte Kabala, o zaman, Hrıstıyan Ortodoks Türkten; “Yunan” ve “Slav” olmasını; “Türk” kalmamasını, ister.
Bunun için Kabala, ulaşabildiği Türk Hrıstıyan Ortodoks Kiliselerinden; Yunan Harfleriyle Türkçe yazan Kitapları, alır; onların yerine Yunan ve Slav (Rus) Kiliselerinde, kullanılan Kitapları, verir... 
Bu, “Yunanca” diye, Türkçe konuşan, Türkçe yazan ve Yunan Kilisesine devam eden; sayıları, bütün ihtimallerde, Yüz bini geçmeyen, “Yunanlara”; Osmanlı Hanedanlığını hükmünde tutan, Kabala İttifakı; etraf Ortodoks Hrıstıyan Türkleri, ilâve eder ve bu günkü “Düzmece Yunan Milletini”, meydana getirir.
Kabala İttifakı, “Hiç”, denilecek kadar, az olan; Türkleşen, Yunan ve Slav nüfusunu; Hrıstıyan Ortodoks Türk ile çoğaltır. Aksi takdirde, bu ilâve olmadan, onlara, “Devlet Kurmak”, mümkün değildir. 
Düzmece Yunan ve Düzmece Bulgar Milletleri bu şekilde, meydana getirilirler. Bunun için, Düzmece Yunanın, Düzmece Bulgarın ve Türkün, mukayeseli kan örnekleri aynıdır. Yani Düzmece Yunanın da, Düzmece Bulgarın da, damarlarında Türk Kanı akar.
İslâm Dininden evvel, Hrıstıyan Devrinde; Bursanın, birçok yerlerinin adı; İncilde geçen, adlardandır. İncildeki adlar, her Hrıstıyan için, aynıdır; Hrıstıyan Yunan için de, Hrıstıyan Arap için de, Hrıstıyan Lâtin için de, Hrıstıyan Türk için de; aynı adlardır.
Bu zaman içinde, Bursanın birçok yerlerinin ve insanlarının adları; aynı adı taşıyan, Lâtinin midir; Yunanın mıdır; Arabın mıdır; Keldanin midir, Türkün müdür?
Düzmece Yunana ve Yunancılara göre; hani ki, “Düzmece” olduklarından, Söz Hakları, yoktur; Bursanın, yerleri ve insanı, Yunanla, aynı adı taşıdığından; Yunan Harfleriyle yazılı olduklarından, burası Yunanistandır. 
Ancak aynı iddiada, Hrıstıyan Lâtin de, Hrıstıyan Keldani de, haklı olarak, ısrar edebilir; o zaman, Bursanın toprakları; Lâtin toprakları mı, Keldani toprakları mı; insanı da, Lâtin mi, Keldani mi, olacaktır? 
Aynı Dini, Aynı Mezhebi, ikrar etme tesanütünden, istisna olarak; Alman, İncilin dışından, Türkçe ad; Türk de İncilin dışında, Almanca ad alabilir ve Alman, Mukaddes Ahdi Atikin harfleriyle Türkçe, Türk de, Yunanca yazabilir. 
Mukaddes Ahdiatikin ve İncilin, asılları, Türkçe yazılı olduklarından, yok edilirler. Almanın Türkçe, Türkün Almanca, ad koyması, bir istisnadır ve fantezi, değidir...
Aslında Bursa ahalisi Türk; “Yunanım” diye, ne Yunan adı taşır; ne “Yunanım!” diye, oturup, Yunanca yazar. Bursa Ahalisi Türk, “Hrıstıyanım!” diye, İncilden adlar taşır ve Mezar Taşlarına dâhil, İncil Alfabesiyle Türkçe yazar...
Burada Yunanca sanılan, yazılanların; Yüzde, doksan dokuzu; İncilin “Yunan” harfleriyle yazılı, Türkçe yazılardır. Sonra aslında, “Yunan Yazısı”, Fenikelilerin, yazısıdır, Fenikelilerin de, bu yazıyı, Türklerden aldıkları, sabittir... 
Bu tespite, bu gün haklı olarak; “Burada Türk Yazısı, nereden çıktı?”, babında, “Ne alâka?!” denilebilir. Hâlbuki o zamanın içinde, Avrupada ve Kuzey Afrika Kıyılarında; Orhun ve Yenisey diyarlarından, fazla; Runik Türkçe Alfabe ile yazılı, “Dikili Taşlar” ve Mezar Taşları vardır.
O zaman, Avrupaya, Kuzey Afrika kıyılarına, Türk hâkimdir. Geçen asrın Yetmişli yıllarına kadar, Avrupada, Runik Abideli Bölgeler, Dikenli Telli, avlular içine, alınırlardı ve “Yasak Alanlar” ilân edilirlerdi... 
Bu gün, Bursanın birçok yerinin ve insanının, ekseriyetinin adları; Kur’an Dilinden adlardır. Kur’anda geçen adlar; Müslüman Habeş için de, Müslüman Fars için de, Müslüman Arap için de, Müslüman Arnavut için de, Müslüman Türk için de, aynıdır.
Bu Zaman içinde, birçok yerlerinin adı ve insanlarının adı, “Arapça” diye; İnsanı “Arapça” yazdı diye; Bursanın, insanı Arap; toprağı, Arabın mı olmaktadır?!... 
Aslında bu zaman içinde, Bursada birçok yerlerin ve insanların adları, Kur’an Dilindendir ve Bursa İnsanı, o zaman yazdıysa, Arap Dilinde yazmaz; Kur’an Dilinde, Kur’an harfleriyle yazar.
Kabala İttifakı, 1830 yılında; her şeyi Türk, sadece adı Yunan; bir avuç Ortodoks Hrıstıyandan ve çok sayıda Hrıstıyan Ortodoks Türkten; Bin yedi yüzlü yıllardan, beri, itina ile düzenlediği; Düzmece Yunan Milletine, Devlet, inşa eder. 
Düzmece Yunan Milletinin, bu Devleti; günümüz Yunanının, Düzmece olduğunu ve Türkten teşekkül ettiğini, kabul etmez; “Firavun Nesli Yunan Milleti, Devleti”, olduğunu, kabul eder. 
Kendisini bilmeyen, kendinde olmayan; kendisini, olduğu milletten, başka, millet sanan; Ordusuyla, Polisiyle, Bakanıyla, Başbakanıyla, Cumhurbaşkanıyla; Koskoca Düzmece Yunanın Devleti; kendinde değildir; bu hâliyle, kurulduğu günden beri; İnsanlık Dışı Suçlar, işlemektedir. 
Meselâ, öyle kenarda durup dururken, umum itibarıyla, Megalomanyaklığı, tutmaktadır. Türkleri, katletmektedir, hudutlarını genişletmektedir...
Düzmece Yunan Milletinin, Devletinin; içinde, dışında, bulunan; Yunancı da, Mevcut Yunanın, Türkten Düzmece Yunan, olduğunu; şuurlu olarak, nazarı itibarına, almadığı için, Megalomanyaklıktan, hastadır. 
Düzmece Yunanın, Yunancıları; BİZANSI, yani, “BİZANT TRAK (TÜRK) BOYU DİYARI”, BİZANSI; “YUNAN” Kabul ederler. Hâlbuki BİZANS varken, YUNAN, yoktur...
Firavun Nesli Asıl Yunan, Milâttan Evvel, İkinci ve Birinci asırlarda; Roma İmparatorluğu tarafından, yok edilir. Bir avuç kalanı; olduğu yerde; Traka, yani Türke, karışır. Sadece, o yerin hatırası; o Traklara (Türklere) karışanlara; “Yunan”, dedirtir... 
Sonra Düzmece Yunanın, Megalomanyak Yunancıları; Megalomanyak olduklarından; bugün Bizans bayraklarıyla, yani BİZANT Trak (Türk) Boyu Bayrakları ile; Yunancılık, yapmaya, Türkü yani bir zamanların, Bizantını, tehdit etmeye, kalkarlar!... 
Düzmece Yunanın, Megalomanyak Yunancıları; Taşıdıkları Bizans (Türk) Bayraklarındaki, o Çift Başlı Kartalın; Doğu Sibiryadan, Orta Asyadan, Batı Avrupaya kadar, uzanan; Yüce Türk Irkının ve Avrupanın Hakanı, Atillâdan, öte ve beri; Türk Bayraklarının, Nişanı olduğunu; Megalomanyak olduklarından; şuurlu olarak, göz ardı ederler... 
Bursa Bölgesi, 8 Temmuz 1920 tarihinden, 19 Eylül 1922 tarihine kadar; Birinci Cihan Harbinin, Galipleri; akıllarına geleni yapabileceklerini, zanneden, İngiltere ve Fransa tarafından; Hasta Megalomanyak Yunan Devletine, peşkeş çekilir.
Bu Düzmece Yunan Milletinin; kendini bilmez, haddini bilmez, Megalomanyak Devleti de; İngilizler ve Fransızlar tarafından, peşkeş çekilen, Bursa Bölgesini, işgal ettiğinde; kendisini “Roma İmparatorluğu”, daha, “Bizans İmparatorluğu”, Varisi zanneder... 
O zaman, kendini Roma İmparatorluğu, daha Bizans İmparatorluğu Varisi zanneden; İşgalci Düzmece Yunan Milletinin, Hasta Devleti; Megalomanyak Devleti, Bursa Bölgesine Çanakkaleyi, Trakyayı, Bulgaristanı; katmayı, tasarladığından; “MİZİYA” adını, verir... 
Hasta bir devlettir, Düzmece Yunanın Megalomanyak Devleti vesselâm!... O, bütün bunları yaparken de, hasta devlet olduğundan; MİZİYA adının, Trak (Türk) boyu BİZANT adından, geldiğini; şuurlu olarak, nazarı itibara almaz. 
Megalomanyak Düzmece Yunanın Devleti, Bursanın işgaliyle; Bursadan, Tuna Nehrine kadar olan topraklara; göz koyduğundan, “MİZİYA” diyerek, “YUNAN” olarak, sahip çıkar. Düzmece Yunan İşgal Makamları İdârî Sisteminde, “MİZİYA” adı; İşgalin sonuna kadar, kalır... 
İşin garibi, İşin tuhafı; İşgalden seksen, doksan sene sonra; İşgal esnasında, Yunan İşgal Makamlarının, Bölgeye verdikleri “MİZİYA” adının, hatırasının; Bursa Nilüfer Belediyesi tarafından, yaşatılmak istenilmesidir...
Bu gün Bursa Nilüfer Belediyesinin, kalkıp, resmen; “MİZİYA YOLLARI TURLARI”, tertiplemesi; “Hasret Giderme” veya “Nostalji” de olsa; hangi tarafından, bakılırsa bakılsın; Megalomanyak Düzmece Yunancılıktan, başka hiç bir şey değildir. (Ek-1)...
Bursa, Birinci Cihan Harbinin Galipleri Fransa ve İngiltere tarafından; Megalomanyak Yunan Devletine peşkeş çekilir. O zaman, Megalomanyak Düzmece Yunanın; kendini, Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu Varisi, bilen, Ordusu; 8 Temmuz 1920 Tarihinde, Bursayı işgal eder. 
Düzmece Yunanın, kendilerini, bilmem ne zanneden, Megalomanyak Düzmece Yunan Subayları; Osmanlı Hanedanlığı Sultanı Orhan Beyin (1281-1326); Hrıstıyan Dininden, İslâm Dinine geçen, zevcesi, Nilüfer Hatunun; kabrine, “Varacak Yunan mı Bulamadın?”, diye, tekme atarlar...
Hâlbuki Nilüfer Hatun, Hrıstıyan Dinini ikrar eden; sonra da, İslâm Dinine geçen; bir Rum, yani bir Türk Kadınıdır. Kaldı ki Bursa ve civarında; ne o vakit, ne ondan evvel, ne ondan sonra; Firavun Neslinden, gelme Yunan, hiç olmaz... 
Burada, Bin yedi yüzlü yıllardan sonra; ötede, beride gözükmeye başlayan, Yunan; Düzmece Yunandır, yani Kabalanın teşvikiyle; Ortodoks Türkten, azdırma Yunandır.
İşin garibi, İşin tuhafı; Düzmece Yunan Subaylarının, Bursanın İşgalinde, sergiledikleri cehaletin; İşgalden seksen, Doksan sene sonra, bir benzerinin; Bursa Nilüfer Belediyesi tarafından, sergilenmesidir. 
Nilüfer Belediyesi, Bursa Ahalisinin, Nilüfer Hatunun zamanında; Nilüfer Hatun gibi, Yunan olduğunu, hatırlatması için; ilçenin adı, “Nilüfer”, koyulur. 
Düzmece Yunanın Megalomanyak Devleti, Bursanın işgali ile, Nilüfer Hatunun, kabrini tekmeletmekle; Müslüman Türkten, ne kadar tiksindiğini; Müslüman Türke karşı, ne kadar, bitmez tükenmez, kin, beslediğini, gösterir. 
Düzmece Yunan Megalomanyak Devleti; Nilüfer Hatunun, kabrini tekmelettiği gibi; Düzmece Yunan ve Kripto İşbirlikçileri; İşgalin devam ettiği müddet içinde; Müslüman Türkü, gördükleri yerde tekmelerler, rencide ederler; ona, köle muamelesi yaparlar...
Türkün, Mustafa Kemal Paşanın, rehberliğinde; İngilizlere, Fransızlara, Yedi Düvele karşı, başlattığı İstiklâl Harbi; zaferle neticelenir. Bursa 19 Eylül 1922 tarihinde, Düzmece Yunanın, işgalinden kurtulur. 
İşgalin, Aşağılanmanın, Köle Muamelesinin, sona ermesi; her Bursa Camiinde, Mevlitler okunarak; Mustafa Kemalin Askerleri, dualarla şad edilirler. 
Bursa Eşrafı, kurbanlar keser, fakir fukaraya, dağıtır. Meydanlarda Bayram Kazanlarında, Pilâv kaynatılır, millete pilâv ikram edilir. 
Bursalılar, sokaklara dökülerek; Nutuklarla, Türkülerle, Şarkılarla, Davullarla, Zurnalarla, Oyunlarla; Düzmece Yunanın işgalinden, kurtuluşu; Üç gün, Üç gece kutlarlar. 
O günden sonra da, âdet olur, her yıl Bursanın Düzmece Megalomanyak Yunan İşgalinden Kurtuluşu Günü; Bayram olarak, kutlanır, olur... 
Son yıllarda, Bursanın, Megalomanyak Düzmece Yunan İşgalinden, Kurtuluş Günü; milletten kaçırılırcasına, “Bu Bayramı, fazla kurcalamayalım; burası nasıl olsa Yunandı; bunu, Yunanın, aklına, getirmeyelim! Uyuyan, yılanı, uyandırmayalım!”, dercesine, kutlanır, olur. 
Bu tarzda yapılan kutlamalarla; Düzmece Yunandan, Kurtuluş Bayramımızın, üstüne, Ölü Toprağı, serpilmektedir... 
Vaziyet, Bursanın Düzmece Yunan İşgalinden Kurtuluşu Bayramı ile alâkalı, böyle dururken; Byzantion Koloni Sistemi Devrinde; Bursanın İktidarının, Hrıstıyan Türkten; Müslüman Türke geçişi hadisesi; “Fetih Bayramı”, olarak, kutlanır. 
Tarihlerde, 6 Nisan1326 tarihi; Bursanın Hrıstıyan Türkü İktidarından; Müslüman Türkün, İktidarına geçiş tarihidir. Yani “Kim Kimi Fethetmekte?!”; “Kim, Kimin, Toprağını almakta?”; “Türk, Türkü fethetmekte” ve “Türk, Türkün toprağını almakta!”.
Benzerî hadiseler, dünya milletleri tarihlerinde, “İktidarın bir Dinden bir Dine; bir Mezhepten, bir Mezhebe Geçme hadisesi“, olarak, kaydedilirler; Fetih Tarihleri, olarak, kutlanmazlar...
Mamafih, Bursanın, Hrıstıyan Türkü İktidarından; Müslüman Türkün, İktidarına geçiş tarihi, 6 Nisan 1326; “Bursanın Yunandan, Alınışı”; “Bursa Yunanının, Türkten, Fetih Edilişi”, günü olarak, kutlanmaktadır. 
Belediyeler, onlarla beraber Valilik de; cadde ve meydanlara boy boy afişler asarak; düdüklerle, dümbeleklerle ve çeşitli seyirlerle, Bölgede iktidarın; Hrıstıyan Türkten, Müslüman Türke geçişini; tarihi hakikatler çarpıtılarak; “Türkün Yunanı Fethetmesi”, olarak, kutlanmaktadır...
Sözde Fetih kutlayışlarındaki; bu şatafat, bu gümbürtü, bu celâl; aslında bir zillettir ve Bursa Bölgesinin, “Yunan Toprağı”, olduğu ve Türk tarafından, fethedildiği, yalanının; hakikat kabul edilmesi için; şuurlu ve maksatlı olarak, yapılmaktadır.
Holan Gafiller, Holan, Hainler; bre, kendini, bilmezler! Eğer, Bursada, bir tek, damızlık için, dahi, Yunan olsa; Kabala İttifakı, “Yunan Devletini”; Balkanlarda değil, Bursada inşa etmez miydi?!
Anadolu’nun bir çok yerinde böylesi bilgi ve bilinç fukarası etkinlikler yapılmakta, devlet ricali ve bilmediğinin farkında bile olmayan bir alay zeka özürlü akademisyen ve belediye başkanı kalıntılarınca bu toprakların geçmişine  ve sosyal antropolojik zeminine kurşun sıkılmaktadır,tarihi ve sosyolojik gerçekliklere ihanet etmeyi artık alışkanlık haline getirmekten bir vazgeçsek, popüler değer diye bu topluma yalan yanlış pompalanan olayları ve bu olayların içindeki figürleri hiç olmazsa bilmin ve milletin namusuna antropoloji’nin hakkını vererek, tarih ve sosyaloji’nin farkında olarak  inceleyen, yanlış bir şeyler gördüğünde hiç bir şeyden yada kimseden korkmadan burası yanlış evet sürükleyici, popüler, insan mühendisliğine uygun, çok güzel yönetip yönlendirme zemini hazırlar, oy devşirmede üstüne yoktur,itibar üstüne itbar kazandırır ama bu doğru değil diyebilecek, yönlendirilmiş ve hafızaları iğdiş edilmiş kalabalaıkların içine dalıp kollarını açarak “Durun!” diyebilecek cesarete sahip insanlar olmalı Necip Fazıl Üstad’ın şiirinde izah ettiği gibi;
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! 
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,”
Bu günü, yarını ortalama yaşıyor gibi yapıyoruz, hissetmeden yahut hissetsek bile ne yapalım böyle gelmiş, böyle gider, don kişot olma’nın lüzumu yok, ben ortaya çıksam kim gelecek  ki, tek benmiyim kabilinden sözlerle kendimizi avutuyoruz, yanlız bundan on yıl önce farkında olmadan tadına vardığımız güzelliklerin büyük bir kısmını şu and kaybettik düşünün, şu an farkında olmadan yaşadığımız sıradan bulduğumuz hangi güzellikleri on yıl sonrasında yitireceğiz, iyiye değil,kötüye gidiyoruz, cehalet felakettir ama cehalette ısrar resmen ihanettir,DURUN ve DÜŞÜNÜN, artık Gerçekten DÜŞÜNÜN ve gereğini yapar gibi yapmayın, artık YAPIN!!!....OKUYUN!!!