12 Eylül darbecileri tarafından “Asmayalım da besleyelim mi?” denilerek 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in annesi Şadan Eren Anne bugün hayatını kaybetti.




1939 Şebinkarahisar doğumlu olan Şadan Eren, 17 yaşında Ahmet Eren’le evlendi. 5 çocuk sahibi olan Şadan Anne, darbeden sonra 1980'de oğlunu, 1984’te ise eşi Ahmet Eren’i kalp krizinden kaybetti. Eşini kaybettiği yıl bir askeri aracın çarpması sonucu ölümden dönen Şadan Eren bugün, 3 aydır Ankara’da tedavi gördüğü hastanede çoklu organ yetmezliğinden hayatını kaybetti.

Şadan Eren’in cenazesi Çarşamba günü Karşıyaka Mezarlığındaki camide kılınacak öğlen namazının ardından eşiyle aynı yerde defnedilecek.
Oğlunu yitirdikten sonra adını anamayan Eren’in ardından akıllarda şu sözleri kaldı: “Ben Erdal diyemiyorum, çok kötü oluyorum. O daha çocuktu. Ben Kenan Evren ölmesin, sürünsün istiyorum. Kimsenin evlat acısı çekmesini istemem.”
Kahpe Eylüllerin,Hem Soldan,Hemde Sağdan Kırdığı Tüm Fidanların Annesiydin sen Şadan Anne,Karagözlünle Buluştun ama hâla son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda............


Erdal Eren, 25 Eylül 1964 yılında Şebinkarahisar, Giresun’da dünyaya geldi. Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi ve Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi olan Eren, yine Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in 30 Ocak 1980’de öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasında yer aldı.

Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde infaz edildi. Eren, yargılandığı 9 ayın ardından 17 yaşındayken yaşı büyütülerek idam edildi.

Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, "avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.

Hazırlanan teknik raporlarda da jandarma erinin yakın atışla öldürüldüğü, Erdal Eren’in ise bulunduğu noktadan ateş açsa dahi askerin ölümüne neden olamayacağı ispatlanmıştı. Buna karşın idam kararı verilen Erdal Eren’in 17 olan yaşı bir gün içinde 18 olarak büyütülmüş ve sonrasında hemen idam edilmişti.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN'I AĞLATAN ÖLÜM

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Referandumu öncesinde, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, 12 Eylül döneminde idam edilen Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu ile Erdal Eren’in isimlerini anarak, “12 Eylül Anayasa referandumunun aynı zamanda bir iade-i itibar olacağını” söylemiş, referandumda “Evet” oyu istemişti.

Erdoğan, 12 Eylül sonrası idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun ailesine yazdığı mektubu okurken ise gözyaşlarına hakim olamamıştı. Erdoğan şöyle konuşmuştu:

İran'da Art Arda Terör Saldırıları İran'da Art Arda Terör Saldırıları

ERDAL EREN’İN MEKTUBU

13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde idam edilen Erdal Eren’in hücresinde yazdığı ve iç çamaşırında taşıyarak avukatına ulaştırdığı veda mektubu ise şöyle:

"Sevgili annem, babam ve kardeşlerim;

Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemiz de olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık. (Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var. Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizinde bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler.

Cezaevinde yapılan (neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi işten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın nedeni yaşamaktan bıktığım ya da meselenin önemini, ciddiyetini kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu yapılanlar, başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur. Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum.

Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat açışının da sizin için ne derece etkili olacağını biliyorum. Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.