AKP ile Fethullah Gülen cemaati arasında bir süredir devam eden düşük yoğunluklu gerginlik, son dönemde patlak veren dershane kriziyle beraber kılıçların çekildiği bir meydan muharebesine dönüştü. Şimdilik geri adım atmama sinyali veren hükümet ile düzenlemeye bayrak açan cemaat arasındaki kavga tüm hızıyla sürüyor.

11 yıldır hükümete açık destek veren cemaat yavaş yavaş desteğini geri çekiyor. Dün 12 Eylül ve 28 Şubat cuntalarına destek veren her devrin adamı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye taşeronu, Komünizm ile mücadelenin yılmaz neferi Fethullah Gülen şimdi AKP ile işi bitti diye ipleri kopartıp koalisyonu bozacak mı? Bilinmez…

Çok sevdiğim şair/yazar Murathan Mungan’ın güzel bir sözü var: “Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız." Şimdilerde demokrasi şampiyonu olan, darbelere karşı “göğsünü siper eden Fethullah Hoca ve şakirtleri 12 Eylül ve 28 Şubat sürecinde takındığı şakşakçılık misyonu nedeni ile soruşturmaya uğrayacak mı? Çok sevdiği Kenan ya da Çevik paşası ile birlikte paşa paşa yargılanacak mı? Yoksa Murathan Mungan’ın dediği gibi o dönemdeki pespayelikleri, yalakalıkları, iş birlikçilikleri yanlarına kar mı kalacak? Hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Ancak önce 12 Eylül ve 28 Şubat’ta cemaatin orduya verdiği açık desteği hafızamızı tazelemek adına tekrar bir görelim.

Vatandaşlar Deprem Korkusundan Evlerine Giremedi Vatandaşlar Deprem Korkusundan Evlerine Giremedi

12 Eylül darbesine alkış

Derken beklenen ve Gülen’in de istediği olmuş, darbe gerçekleşmişti. Cemaatin Sızıntı’sı, 12 Eylül darbesini de Ekim 1980’de yayımlanan Gülen’in imzasını taşıyan “Son Karakol” başlıklı yazısında belirttiği gibi büyük bir sevinçle alkışlar: “Millet teknesi, sağa sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması her an mukadder görünüyordu. Dillerde bin bir yabancı türkü, dudaklarda bin bir öldürücü şarap… Kimi erotizmle sarhoş, kimi libido ile kimi existansiyalizmden meded umuyor, kimi hezeyan felsefesine dilbeste…

Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz… Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün göz bağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi temin etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri takdirde, Türk’ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhus ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri Mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.”

28 Şubat ve Fethullah Gülen

…28 Şubat’a İslamcı kesimden destek verenlerin başında, kuşkusuz ki ABD menşeli ılımlı İslam’ın temsilcisi Fethullah Gülen Cemaati bulunuyordu. 12 Eylül darbesini de alkışlarla karşılamış olan Gülen, askerdenkendisinden daha fazla yararlanmasını ister sözlerle adeta cadı avı yaşanan o karanlık günlere ilerlenirken 28 Şubat sonrasında, televizyon ekranlarında MGK’nın ağzından Erbakan’a sesleniyordu. 17 Nisan 1997’de Kanal D’de yayınlanan Yalçın Doğan’la Güncel programına konuk olan Gülen’in söylediği “Hükümet gitsin” sözleri ertesi gün tüm gazetelerin manşetindeydi. Erbakan hükümetinin beceremediğini söyleyerek gitmesi gerektiğini vurgulayan Gülen programda şunları söylemişti: “Şimdi Türkiye’yi idare edenler, ekonomi ve anarşi konusunda ve dış politikada başarılı olsalar da, muhalefetle iyi geçinmeyi becerememişlerdir. Dini, şov malzemesine çevirip istismar etmişler ve ülkeyi gerilime sürüklemişlerdir. Türkiye’de Kâhtı Rical (yetişmiş ve yetenekli yönetici) kıtlığı çekilmektedir. Bu hükümet derhal bırakıp gitmelidir... Şeriat Kur’an’da sadece bir yerde geçmektedir. Şeriatın % 95’ni oluşturan iman, ibadet ve şahsi muamelat kısımlarını bugün Türkiye’de tatbikini engelleyen bir durum yoktur. Geri kalan %4-5 kadarı da hukuk kısmıdır ki bu sadece idarecileri ilgilendirir. Fertle alakalı değildir... Kesintisiz 8 yıllık eğitim zannedildiği gibi bir tehlike değildir. İsteyen ortaokuldan sonra da İmam Hatip’e gidebilir. Bu girişim şer gibi görünse de ileride belki de hayırlara vesiledir. Sadece Erbakan’ın Başbakanlığı döneminde tek bir İmam Hatip açılmamıştır. Bu bir nasip meselesidir. Diğer bütün başbakanların döneminde açılmıştır. Şu anda İmam Hatip’lerde ihtiyacın çok üzerinde bir yığılma görülmektedir. Bu ihtiyaç fazlası farklı merkezlere yönelerek rejim için tehlike arz edebilir. Rejimi korumakla görevli kurumların haklı hassasiyeti de bu yüzdendir. Cumhuriyet ve laiklik şimdiye kadar hiçbir dönemde bu denli tehlikeye girmediği için, onu korumakla görevli kesimler, haklı olarak sesini yükseltmektedir.

Millî Güvenlik Kurulu bir anayasal kurumdur ve kendi İçtihatları gereği ülke ve rejim için tehdit ve tehlike gördükleri hususlarda tedbir ve teklif getirmeleri elbette sorumlulukları gereğidir ve bu içtihatları yanlış bile olsa kendilerine sevap getirir. Bu konuda daha çok söylenecek söz vardır. Ama toplumun bazı kesimleri bunları hazmetmeye henüz hazır değildir.”

“28 Şubat, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesini de hızlandırdı”

Yine Zaman gazetesi yazarlarından İsmail Ünal’ın, kendisiyle yaptığı söyleşi kitabında da Gülen, “28 Şubat, ülkenin daha iyi bir noktaya gelmesi adına Türkiye’de bazı süreçleri geciktirdi mi?” sorusunu, “Geciktirmedi; aksine hızlandırdı. Hatta 28 Şubat, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesini de hızlandırdı” diye yanıtlıyordu. 28 Şubat darbesinin 4. yıldönümünün hemen ertesinde Zaman gazetesi yazarlarından ve aynı zamanda cemaatin Türkiye’deki sözcüsü konumunda bulunan Hüseyin Gülerce köşesinde şöyle yazıyordu: “Şimdi biraz şaşırtıcı gelecek; ama böyle bir zamanda 28 Şubat her iki bakımdan da yararlı oldu. Hem içte ve dışta rahatlama sağlayarak olumlu değişimi hızlandırdı, hem de samimi, mazbut büyük İslami çoğunluk ile İslamcı adını lekeleyen, kullanan, yüce dinimizi vahşete alet etmek isteyen zavallıları ayırdı. Hem ‘siyasal İslam’ diyenlerin gözü açıldı, hem milletimizin gözü açıldı. İslamcı kesim artık şunu anladı. Din siyasete alet edilmemeli...”

“Hoca efendinin” konuya dair röportajları da şöyle:

 “28 Şubatla Uçurumdan Geriye Dönülmüştür”

"Bu süreç, tıpkı bir kangren olmuştu. Buna neşter vurma manasında bir şey yapıldı. Birdenbire böyle kaoslu bir durumdan, nizama, intizama, ahenge geçilmesi elbette pek mümkün değil. Fakat şu anda bir uçurumdan geriye dönülmüştür. Dilerim inşallah, birileri çıkıp içinden zor sıyrıldığımız o fasit dairenin içine milleti bir daha çekmez." (Yasemin Çongar'la Röportaj; Milliyet; 31.08.1997)

“Asker, MGK'da İnsaflı ve Demokratik Bir Tavır Takındı”

"Askeriye, gücü temsil ediyor. Gücün temsil edildiği yerde, mantık, muhakeme tam kıvamına da ulaşmayabilir. İsteselerdi orada bu böyle olacak diyebilirlerdi. Oturup orada meseleyi altı saat müzakere etmezlerdi.

Demek ki, devlet başkanının huzurunda, meseleye çok yumuşak ve insaflıca yaklaştılar. Orada bir kısım tavsiye kararlarını ortaya koydular. Bu süre içinde tatbikini devlete bıraktılar. Yani demokratik yollardan problemler çözülsün istediler. Antidemokratik mücadelelere başvurmayı düşünmediler. Ben bunu böyle algılıyorum." (Samanyolu TV / Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle / 29.03.1997)

“Askeri Darbeler, Kimi Zaman Gereklidir”

"Ama bazı durumlar olmuştur ki, askeri müdahalelerin neşter vurması söz konusu olmayınca, belki o kangren bertaraf edilememiş, o kanser aşılamamıştır. Türkiye'yi 12 Mart muhtırasına götüren dönemleri biliyorum. O dönemde, gadre uğrayanlardan birisiyim. 12 Eylül dönemini de çok iyi biliyorum. Devlet memuruydum, vaz-u nasihat ediyordum. Herkes belli bir hevesin zebunu Türkiye'yi, bir yerlere çekmek istiyordu. Ve çekilmişte olabilirdi 12 Eylül'de. Türkiye, bir ejderin ağzına atılmış olabilirdi. Ve şimdi biz Asya'daki o devletler gibi perişan, derbeder, yıkık-dökük Rusya'nın vesayetinde bir hale gelebilirdik. Bu açıdan askerî müdahaleleri bütün bütün yadırgamak, bütün bütün isabetsizdir demek doğru değildir; ama acaba demokrasi içinde askeri güç o dönemde anarşiyi aşamaz, kargaşanın önüne geçemez miydi? Terörü bertaraf edemez miydi? Bunları geleceğin sosyologları, felsefe tarihçileri değerlendirecek, hükümlerini verecek, yanlış iş yapanları efkâr-ı ammede mahkûm edecekler. Tarih de mahkûm edecek onları. O bakımdan o hususlara girmek istemiyorum." (İnter Star TV / 6 Temmuz 1995)

İşte bir rüzgârgülü misali rüzgâr nereden eserse o yöne meyleden Fethullah Hoca’nın hal-i pür melali. Bakalım birkaç yıl sonra da AKP’ye verdikleri desteği unutarak sıkı bir Erdoğan karşıtı olacak mı? Biraz önce de dediğim gibi hep birlikte yaşayarak göreceğiz…

M. Utku Şentürk

[email protected]