BİR Ç.ŞLİ YAMYAMLARIMIZ EKSİKTİ! BİR Ç.ŞLİ YAMYAMLARIMIZ EKSİKTİ!
ÇANAKKALEYİ ANARKEN BİR SULTANI ANLAMAK…

Tarih gerçekten tekerrürden ibaret, çünkü zaman değişiyor,mekan farklılaşıyor, kitle iletişim araçları değişiyor,imkanlar çoğalıyor ama insanın tabiatı ve hırsları değişmiyor,insan merkezli bir hak ve batıl mücadelesi var  hâbil ile kâbili bir birine düşman eden, harut ile marut’u mahkûm eden bir imtihan var.

18 Mart 1915’e bir tarihçi gözüyle bakarken her zaman söylendiği gibi “ tarih tekerrürden ibarettir” deyimi muvacehesinde 18 Mart 2015’e kadar zuhur eden hadiseler bir filim şeridi gibi geçti gözümün önünden, iki geceyi,üçüncü sabaha bağladım, düşümde düşüme girdim sanki bu gece,halâ uyumadım…

100. Yılını idrak ettiğimiz Çanakkale Deniz Zaferleri ve Mehmetçiği Anma kutlamalarında Komutanlar anıldı, Mehmetçik anıldı, kahraman anneler, şehit bacılar anıldı ama içimizden çok az kişinin bildiği bir noktaya hâlen kimse değinmedi, zaferin ruhunu, diyalektiğini stratejisini inşâ eden, 25 yıl önce Çanakkale Boğazının her iki tarafındaki top ve bataryaları yenileyen, Nusrat Mayın Gemisinden önce  denizin boğaza ait girişlerine boydan boya mayın ve torpil yerleştirilmesi emrini veren ve bu emri sürekli denetleyen dehayı yani Sultan 2.Abdülhamid Han’ı anmayı unuttuk yada bir üst akıl oyunu ile bu noktaya değinmemize engel olundu atladık, atlatıldık…

Sultanım 2. Abdülhamid Han, düşman saldırısına karşı Çanakkale'ye torpil döşetmişti
Savaşın 25 yıl öncesinde çanakkale savunması ile ilgili hazırlıklar, Sultan 2. Abdülhamid Han'ın emriyle başlatılmış. Çanakkale Boğazı'nın devletin savunmasında olmasının öneminin farkında olan Sultan Abdülhamit, çeşitli çalışmalar için girişimlerde bulunmuş. Düşman saldırısı ihtimaline karşı Çanakkale'ye torpil döşetmiştir.

Araştırın,bu bilgi Çamlıca Basım Yayınları tarafından çıkan "Osmanlı'nın Son Kilidi Çanakkale 2" kitabında yer alıyor. Padişahın başkimyageri olan Polonya asıllı Bonkowski Paşa, 1897 yılında deniz savunmasıyla alakalı bir rapor hazırlayarak, Sultan 2.Abdülhamid Han’a sunmuştur.

Raporu Osmanlı arşivlerinde bulan tarihçi Ahmet Temiz, Bonkowski'nin savaştan 18 yıl önce hazırladığı bu raporun savunmayla ilgili önemli bilgiler verdiğini belirtiyor. Sultan 2.Abdülhamid Han'ın ileri görüşlülüğünün bu belgede de ortaya çıktığının altını çizen Ahmet Temiz’e göre: "Başkimyager, hazırlamış olduğu raporunda düşman devletler tarafından İstanbul ve Çanakkale Boğazı'na karşı vuku bulacak bir saldırı esnasında buraların muhafazası için denize döşenebilecek ve düşman gemilerinin geçişlerine engel olabilecek torpilleri ele almıştır."

Padişaha sunulan raporda şu bilgiler yer alıyor: "İstanbul ve Çanakkale boğazlarının muhtemel bir düşman saldırısına karşı muhafaza altına alınmasından bahsediliyor. Ben de Halife Hazretleri'ne verdiğim vatanın muhafazası sözü gereği, sadık tebaanın mesailerine gücüm yettiğince katılmak üzere fenne müracaat ettim. Biraz fikir yürüttükten sonra, bir nevi hareketli bir torpil icat ettim. Bu usul Çanakkale Boğazı sularında münasip bir şekilde kullanıldığında Akdeniz adalarından zorla girmek isteyen bir düşman filosunun girişini tamamen imkânsız kılmazsa bile oldukça zorlaştırır."

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ İFADESİNİ BİR ORDU KOMUTANI DEĞİL, BİR SULTAN SÖYLEMİŞTİR,EY ÜST AKIL NEDEN BUNU SAKLIYORSUN?

“Neden Çanakkale?” sorusunun cevabı çoktur. Bu soru düşman generalleri tarafından da cevaplanmış, kayıt altına alınmıştır. İngiliz Generali Hamilton’un kin dolu ifadeleri düşmanın amaçlarını ortaya koyan konuşmalardan biridir sadece:

“Çağımızın ekonomik zaferinin birinci şartı, İstanbul’u Türklerden almaktır. Her ne pahasına olursa olsun almalıyız! Ümit ediyorum ki, geleceğin askeriye öğrencileri; büyük bir imparatorluğu harakiri yapmaya mecbur bırakmak için bu kıraç, beş para etmez kayalıkların eteklerine sıkıştığımızı değerlendireceklerdir. Bu kayalıklar Osmanlı sultanının kara kalbine hançerin saplanacağı en ideal yerdir. Yalnız hançer henüz elini deldi ve yarasından yeni yeni kan akmaya başladı. Her gün ölümden kurtulmak için çırpınıyor. Bir metre ilerleyemesek dahi, halifenin canı alınıncaya kadar kan bu kaba akıtılacaktır.”

Dünya Savaşı’ndan yıllar önce 1890 senesinde dönemin Osmanlı hükümdarı Ulu Hakan ll. Abdülhamit Han komutanlarından Mareşal Asaf Paşa’yı Çanakkale Boğazı’ndaki top ve bataryaları yenilemek ve boğazı geçilemeyecek derecede tahkim etmek üzere görevlendirir. 

1915 Mart’ı öncesinde Çanakkale’nin düşme ihtimalleri konuşulmaya başlanınca başkent İstanbul’un nakledilmesi gündeme gelir. Konuyu eski hükümdara arz etmek üzere bir heyet oluşturulur. Ercüment Ekrem Talu bu heyetin ziyaretini şöyle anlatır: “Talat Beyler ortada kısık sesle konuşmaya devam ediyorlardı. Yavaşça aralanan kapıdan içeriye, bu millete otuz üç yıl hükmetmiş olan Abdülhamit Han ağır adımlarla girdi. Yalnızdı ve tepeden tırnağa mermerden bir heykel gibi bembeyazdı. 

Talat Bey bizleri takdim etti. Hepimiz huzurunda elpençe divan durarak dizildik. Talat Bey, uzun uzun ve pek hürmetkâr bir ifade ile ziyaretimizin sebebini anlattı: ‘Acil bir tehlike arz etmemekle beraber durum çok ciddidir. Düşman denizden ve karadan Çanakkale’yi zorluyor. Şiddetli müdafaaya rağmen, Allah göstermesin, boğazı geçerlerse bir musalehaya mecbur olmamak için gerek padişah efendimiz, gerek meclis ve hükümet karar vermiştir. Anadolu’ya geçip harbe oradan devam edilecek… Hatta zat-ı şahane için Konya’da Çelebi Efendi’nin konağı tahliye olunmuştur. Korkulan vaziyete karşı, Zat-ı Hümâyûnlarının hangi şehirde ikamet etmek isteyeceğini öğrenmek üzere, Birader-i Şahaneniz tarafından öğrenmeye memur edildik. Emir ve iradelerinize muntazırız.’

Eski hükümdar, dâhiliye nazırını sonuna kadar dinledi. O susunca keskin nazarlarını hepimizin üzerinde ayrı ayrı gezdirdi ve dedi ki:

‘Şevketli biraderimin bastığı yerlere dahi bağlılığımı arz ederim. Ancak endişeleri tamamen yersizdir. Eğer dokunulmamış ise, ben zamanında Çanakkale’yi fevkalade tahkim eylemiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi mümkün değildir. Amma farz edelim ki öyle bir felaket başa geldi. O halde hükümdarın yapacağı şey tacını tebaasını terk ederek kaçma zilleti değil, sarayındaki payitahtının taşları altında canını feda etmektir. Hazreti Fatih, bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman, Bizans İmparatoru Konstantin kaçmayıp, harp ede ede yıkılan kalelerin altında can vermek kahramanlığını göstermiştir. Biz Fatih’in soyu, Konstantin’den aşağı kalamayız. Zat-ı Şahane’ye böylece arz edin. Müsterih olsunlar ve ezeli iradeye boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar, düşman buraya giremez. Bana gelince, ben artık hiçbir yere gitmem. Yegâne arzum burada ölmektir. Biraderimden ve hükümet-i seniyyeden bu arzuma yardımcı olmalarını dilerim!"

İçinde bulunduğumuz zaman dilimide dahil eşi benzeri olmayan bir emperyalist işgale başkaldırıyı; yarım yamalak , tek gözle,idrak etmeye çalıştığımız bu gün yani 18 Mart 2015 Çarşamba günü yani Çanakkale Savaşlarının 100. Yılını her daim Allah (c.c.) ve Efendiler Efendisi,her harfi ile mübarek bir sevda’nın ta kendisi Resul Ekrem Muhammed Mustafa (s.a.v.) den sadece isim değil mübarek bir ruh alan Mehmetçiğin Ümmet şuuru ile Millet ruhunu aynı anda harmanlayarak yazdığı onurlu bir destanın bir asıra vurduğu silinmesi mümkün olmayan mühürü,bir kez daha tam anlamı ile hakkını veremeden kut’luyoruz.

Kut’lamak hatırlamaktır,unutmanın utancına engel olmaktır, zihinleri her dem uyanık tutmaktır, bu yönü ile kut’lamanın ve anmanın aslına ve anlamına uygun olmasıda çok önemli.

Aklımın çevremi anlamlandırmaya başladığı ilkokul yıllarımdan beri, Çanakkale Deniz Zaferleri ve Mehmetçiği Anma Askerî ve Mülkî Erkân ve kısmen Öğrenciler ve Halkın müsaade edilen kadarıyle resmi törenlerle kut’lanır, her resmi törende olduğu gibi önceden belirlenmiş bir format içinde etkinlikler yapılır ve biterdi.

Son zamanlarda aynı resmi kutlama formatı devam etmekle birlikte yanında Üniversiteler,STK (Sivil Toplum Kuruluşları !), Esnaf ve Ticaret Odaları,Sendikalarda bu formatın içine biraz daha sıkıştırıldı, ama törenlerle anılan Mehmetçiğin evlatlarından müteşekkil sivil halk her nasılsa Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın gerçekten üstün gayretleri ve üzerinde hassasiyetle durdukları “Zaferleri Milletin Evlatlarıyla Birlikte İdrak Etme” talimatlarına rağmen,bu duyarlı talimatları geleneksel bürokrasi eleğinde un ufak etme, millete istikamet tayin etme alışkanlığından kurtulamamış bazı valiliklerce bir kuşa çevrilmiş bürokrasi imparatorluğunun müsaade ettiği kıvama getirilmiş olduğunuda üzülerek gözlemedim,demekki iktidar olmak hâlâ muktedir olmayı mümkün kılamıyor,ben yinede bürokrasi imparatorluğunun önümüzdeki günlerde etkisinin kırılacağına, sınır çizen,istikamet belirleyen,ürkütücü kanuni zırh,kompleksli bir güç ve dokunulmaz bir üstünlük formundan çıkıp, milletinin sesine kulak veren, gerektiğinde en üst mülki amiriyle hesap veren bir yapıya kavuşacağına, 150 yıldır üzerindeki bu üst aklın üç asırlık tembihi olan yukarılık kompleksinden kurtulacağına inanıyorum.